Hiç olmayacak bölgelerde yaşanan tuhaf yağışlar
veya aşırı kurak/sıcak zamanlar…
Sebepsiz, akıl almaz, yok
artık dedirtecek ölümler…
Bitti, yok oldu sandığımız
hastalıkların yeniden tüm dünyada
tehdit oluşturması…
İnsan
eliyle yapıldığı aşikar gözüken ve tüm dünyayı (???) tehdit eden
virüsler…
Bazı şahıslar
tarafından
ortaya atılan ve
arkasında
milyonlarca soru işaretini
sürükleyen açıklamalar…
Ani ve olağanüstü
hava olayları…
Deprem, heyelan, zemin çökmesi
gibi doğa olayları…
Sevgi, kıskançlık gibi saçma
nedenlerle cana kıyma…
5 Şubat akşamı
geç saatlerde TV’de deprem konulu bir film vardı. Severim bu tür filmleri. İzlemeye başladım ama sonra kendi
kendime “yarın doğum
günüm, benim izlediğim filme bak.” dedim.
Filmi bitirmeden kalkıp yattım. Sabah uyandığımda binlerce/on
binlerce vatandaşımız gibi şok içinde kaldım. Şok kelimesi içimizde o
kadar çok duyguyu barındırıyor ki: Korku, çaresizlik, elinden hiçbir şeyin gelmediği gerçeği, acı, merak, üzüntü. Enkazların
altında hala yaşayanların olduğuna
dair hissettiğimiz
acı, telaş, geç kalınmasın hissi.
Yani bu yıl doğum günümde en korkunç
hediyeyi almış
oldum.
Bazı filmler var ki durup düşündüğünüzde
yaşadığımız
olaylarla örtüşebiliyor.
Mesela; “Yarından Sonra”
filminin konusu hava sıcaklığının ani bir şekilde ve olağanüstü
derecelerde düşerek kuzey yarımkürenin
buz tutması.” Amerika kıtası bu kış
o filmin gerçekliğini yaşadı. Soğuktan
ve kar fırtınaları nedeniyle ölenler bile olmuştu, hatırlayın.
Mesela; “Alfred Hitchcock’ un
yönettiği 1963 yılında gösterime giren “The
Birds - Kuşlar
filmi. Bir kasabada yaşayan
insanları izleyen, korkutan ve insanlara hatta sığındıkları binalara saldıran kuşlar.” Dünyanın ve
ülkemizin bazı bölgelerinde bazı kuş
türlerinin anormal
çoğaldıklarını; şehirlere parklara doluşan kuşlarla ilgili haberleri duyuyoruz.
Mesela; “San Andreas Fayı”.
Brad Peyton’ın yönettiği
ve başrolünde Dwayne Johnson’ın oynadığı filmde; California’da
yaşanan 9 şiddetindeki bir depremi
konu anlatıyor. 6 Şubatta
başlayan ve hala sarsıntıları
devam eden Kahramanmaraş
ve Hatay depremleri. Hala ölü sayısı net değil. Enkaz altından hala cansız bedenlerin çıkma olasılığı var. Yaralı olarak kurtulan ama durumu kritik olanlarda vardır. (Dilerim hepsi şifa bulur.)
Mesela; “The Flood (Sel)”,
“Into The Storm (Fırtınanın İçinde)”,
“NYC Tornado
Terror (New York’ta
Hortum)”, “Twister (Kasırga)” gibi kasabaları yıkıp dümdüz eden hortumların ve
kasırgaların konu edildiği
filmler. Okyanusta ve okyanusa kıyısı olan coğrafyalarda
olur zannettiğimiz
hortum ve kasırgalar
hiç beklenmedik
bölgelerde insanların hayatını olumsuz etkileyebiliyor. Dünyanın en sıcak ve
kurak yerlerinden biri olduğunu
bildiğimiz Arap Yarımadası’na
dolu yağdığını,
aşırı yağış
nedeniyle sel bastığını duyuyoruz.
Mesela; “Contagion (Salgın)”,
“Vırus (Virüs)”, “28 Days Later (28 Gün Sonra)”, “Outbreak (Tehdit)” gibi
filmlerde konu olan gizemli hastalıklar, tüm dünyayı saracak salgın tehlikesi.
Daha üzerinden çok fazla zaman geçmedi. Tüm dünyada Corona tehlikesini yaşadık. Hala da devam ediyor. Üstelik şimdi de salgından korunmak için kimimizin gönüllü kimimizin ise
zorunluluktan olduğu
“koruyucu” aşıların özellikle kalp ve damar hastalıkları
konusunda tehdit oluşturduğunu duyuyoruz. Kim bilir
belki bu da bir yeni korku dalgası yaratmak için ortaya atılmıştır. Günün birinde manşetlerde şöyle traji-komik bir başlık
görebiliriz: “Salgından korunmak için yapılan aşıların
yan etkilerini ortadan kaldırmak
için uygulanan aşıların
yan etkilerini azaltacak yeni aşının ilk aşıdan daha tehlikeli olduğu “bilim
insanlarınca” açıklandı.” Söyleyebileceğim tek söz: Allah hepimizi
korusun!!!
Kısacası (!!?) bir üst
akıl(???) bu senaryoları yazıyor/yazdırıyor; başka
bir üst akıl(???) yönetmen koltuğuna oturup senaryoyu
kendine göre süsleyip püsleyerek(!!) filme alıyor; daha başka bir üst akıl(???) bu filmleri
insanoğlunun beğenisine sunuyor. Ve biz
akıllı geçinen insanlar bu filmleri tekrar tekrar izliyoruz. Oysa başımızı çevirip gerçek
dünyamıza, hemen pencerenin dışına
baktığımızda
gördüğümüz
bir saat/ay/yıl önce izlediğimiz
filme benziyor. Her yerde gözümüze sokuyorlar. Bilmem kaç yıl önce yayınlanmaya
başlayan
“Simpsonlar” dizisindeki konu akışlarının bugün yaşanan olaylarla benzerliği. Bu ve bunlar gibi
yazacak o kadar çok örnek var ki. İzlemediğim kim bilir kaç film
vardır böyle subliminal işaretlerin
olduğu…
7. İşaret…
Son yıllarda, özellikle de son
3-4 yılda sık sık düşündüğüm ve gerçekliğinden
“korktuğum”, şüphelendiğim
bir film: 7. İşaret.
Bir ailenin garajın üstündeki
dairesine kiracı olarak taşınan gizemli bir adamın
taşınmasıyla başlayan akıl almaz olaylar.
Depremler, patlamalar, sebepsiz düşen
hava araçları, birden bastıran şiddetli
yağmur-kar-dolu yağışları,
hortumlar, fırtınalar, sıcak bölgelerde dikkat çeken soğuma veya tam tersine soğuk bölgelerde ani ısınma,
akıl almayacak şekilde
yani pisi pisine olan ölümler…
Bu filmi otuz küsur yıl önce
izledim. Tekrar izlemeyi çok istesem de izlemeye çekindiğim bir film. (Çekindiğim: neyi düşünürsen hayatına onu
çekersin algoritmasından ötürü…) Filmin akışındaki bazı noktaları
aradan geçen bunca zaman sonra eksik ya da farklı hatırlayabilirim veya unuttuğum sahnelerde olabilir.
Ancak unutmadığım, son yıllarda
ülkemizde ve dünyadaki gidişatı
düşündüğümde daha sık aklıma gelen filmdeki can alıcı soru:
“Hayatın, yaşamın devam etmesi,
dünyanın ve insanlığın
geleceği,
bir başkasının
yaşaması
için, kendi hayatından vaz geçer misin?”
Ya gerçekten bir üst akıl
varsa ve bizlere “Ayağınızı denk alın. Gittiğiniz yön doğru yön, yürüdüğünüz yol doğru yol değil. Bu gezegen sizin
mahvetmeniz için yaratılmadı!!!” diyorsa…
Tek gerçek kendinden daha
fazla en yakınından başlayarak
herkesi ve her şeyi
sevmekse?
Ya gerçekten dünyayı “Gerçek
sevgi” kurtaracaksa?
Daha fazla geç kalmadan
denemeye değmez mi? Ne
dersiniz?
Sevgiyle, sevdiklerinizle sağlıklı
ve huzur dolu yaşantılarınızın
olmasını dilerim. 😍😍😍
Yorumlar
Yorum Gönder