Altın günleri yemeyi-içmeyi sevenler için büyük bir eğlence adeta bayram, sevmeyenler içinse en acı ıstırapların çekildiği gündür. Altın gününe hiç gitmeyenlere takdimimdir (Allaha şükürler olsun her ay çekeceğim böyle bir işkence grubuna dâhil değilim).
“Kafese kapatılmış kanarya ötüşlü kapı zili çalınınca ev sahibi Züleyha Hanım elindeki börek tepsisini telaşla fırına koyar elini kenarı ince ince tığla oyalanmış el bezine –ki bir mutfağın olmazsa olmazıdır, lütfen küçümsemeyin- silerek kapıya seğirtir. Ben diyeyim bir hafta siz deyin altı gündür uğraştığı temizlik ve –MAMA- hazırlamaktan tutulmuş belinin ağrısını gizlemeye çalışarak pür neşe kapıyı açar.
“Ayşe, Fatma, Hayriye… Ay! Hoş geldiniz, ne iyi ettiniz. Buyurun buyurun”. Kapı açmanın ince detayları vardır. Bir kere yüzünüzde silikonla şekillendirilmişcesine bir sırıtma pardon gülümseme olacak! En az üç ay önceden “Altın Günü” sırasının sizde olduğunu bilseniz bile, sanki habersiz çat kapı gelmişler gibi bir sevinç bir sevinç, etekleriniz zil çalarcasına açacaksınız kapıyı. Sonra evinizin tertemiz olduğunu vurgulayarak “canım yerler yeni silindi ama terlik ister misin ayağına, ayakların üşümesin?” diyeceksiniz bir taraftan da dolaptan -süslü-taşlı-topuklu- çeşit çeşit renklerde terlikleri misafirlerin önüne dizeceksiniz. Gelen her misafirin elinde zaten bir “terlik-ev ayakkabısı çantası” vardır mutlaka, adettendir! Üzeri dantelli, pullu, nakışlı bir “ev ayakkabısı çantası” misafirliğe gitmenin olmazsa olmazlarından biri daha… Gelenlerden birisi mutlaka “Ay! Canım sağ ol, biz hazırlıklı geldik terliklerin yetmezse diye!” diyecek. Bu arada eğer evin evlenme çağına gelmiş kızı varsa, bekâr oğlu olan misafirler terliksiz / ev ayakkabısız içeriye girebilir. Bahanesi ise “ay şuradan şuraya gelene kadar ayaklarım şişmiş, biraz ferahlasın” olur. Maksat ev ne kadar temiz, çoraplarım kirleniyor mu? Öyle her kıza da talip olunmaz ya!
Tam onlar evin sözde her gün
oturdukları odaya –ki sadece misafirden misafire açılan, sair zamanlarda
kullanılmayan çarşaflarla koltukların
üzerinin örtülü
olduğu salona- geçerlerken kapı yine çalınır. Züleyha hanım
koşturarak kapıyı
açar. Düriye, Nuriye, Resmiye, Münire, Sulhiye
kapıda beklemektedir. Aynı gülücük ve aynı karşılama sözleri
ile önlerine terlikler dizilerekten misafirler içeriye buyur edilir.
Aslında Ayşe, Fatma, Hayriye komşuları
Düriye, Nuriye, Resmiye, Münire, Sulhiye’nin arkalarından gelmekte olduklarını görmüşler, ama salondaki en
güzel köşelere (mutfağı
ve sokak kapısını
görebilecekleri) oturmak için onları beklememiş, ev sahibi de peş peşe çalan
kapıya koşmak zorunda kalmıştır.
Züleyha hanım misafirlerini içeriye aldıktan sonra koşturarak mutfağa geçip
fırını
kontrol eder. Kaynamakta olan su ile çayı demlerken kapı yine çalar…
Kerime, Emine, Itır, İsmet, Jale ve Lale
hanımlar gelmişlerdir. Aynı
seremoni, aynı tebessümle içeriye buyur edilirler. Onlarında arkasından Bircan,
Cemile, Yelda, Çile… Derken beş dakika sonra da Gülcan, Perihan, Şermin, Oylum, Tülin,
Vildan, Ömür, Umut, Ümran hanımlar teşrif ederler. Sıra “Altın Günlerinin” o can
alıcı! Noktasına gelmiştir. Ev sahibimiz Züleyha hanım mutfaktan kapıp geldiği sandalyeyi oda kapısının hemen önüne koyar
ve başlar misafirlerinin hatırını sormaya. Tabii ki misafirlerin
geliş sırasına göre.
-Nasılsınız
Ayşe hanım?
-
Sağol Züleyha
hanım, iyiyiz çok şükür. Siz nasılsınız?
- Çok şükür, çok şükür iyiyiz. Ev hali işte akşam yat, sabah kalk, hep aynı. (……) bey nasıl, çocuklar
iyilerdir inşallah?
- İyiler iyiler, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında. Sızın bey, çocuklar da iyidirler inşallah?
- İyiler çok şükür. Ellerinizde öperler.
- Siz
nasılsınız Fatma hanım, iyisiniz inşallah?
-…..
-…..
Bütün
misafirlerin tek tek hatırları sorulur, beyefendilerin selamları, çocukların
“ellerinizden öperler’i” bittikten sonra sıra misafirlerin kendi aralarında ki
selamlaşmaya gelir.
-
Nasılsınız Fatma hanım, görüşemedik ne zamandır.
- İyiyim iyi, çok şükür . Öyle oldu bu aralar Ayşe.
Kış yüzünü gösterince kapanıyoruz evlere ne yapalım. Siz nasılsınız? Senin kız girdi mi sınava?
- ….
- ….
Misafirler
kendi aralarında sohbete ve bolca dedikoduya dalınca o arada ev sahibimiz
Züleyha hanım usulca mutfağa geçer, çayın demini alıp almadığını kontrol eder, servis tabaklarını bulduğu her boşluğa (masanın, tezgâhın, sandalyelerin, ayakkabılıktan bozma dolabımsı şeyin üzerine) dizer.
Misafir
ağırlarken hiçbir yerde yazılı olmayan ama bütün ev
hanımlarının ezbere bildiği kurallar
vardır.
Tabaklara önce asma veya mevsim kış ise lahana yaprağından yapılmış
sarmalar konulur. Eller güzelce yıkandıktan sonra dikkatlice tek tek nazikçe
tutularak tabaklara konulur. Her tabakta eşit sayıda ve büyüklükte olmasına özen gösterilir. Her tencerede illa da
küçük, hafif ezilmiş ya da kırılmış sarma illa ki olur. Onları en samimi olduğunuz komşuya (aranızdan su sızmayan / tuz ekmek dostu) konulur. Eğer yaprağınız bol
ve herkese yetecek kadar hatta arsızlık edip “Züleyha hanım sarmaların her
zamanki gibi çok güzel olmuş, bizimkisi de ne
zamandır
sarma istiyordu” diyenlere giderken bir tabağa
koyup evdeki “bizimki”ne gönderecek kadar çok sarma yaptıysanız misafire yakıştırmadığınız sarmalar akşam ev
halkına
ikram edilir. Sarmalardan sonra sıra mayalı poğaçalara gelir. Soğumasın diye
kat kat örtülere sardığınız poğaçaları sarmalara değmeyecek şekilde tabağa yerleştirirsiniz. Sarmaların
diğer tarafına börek için yer bırakıp tatlı tuzlu minik kurabiyelerden üçer adet koyarsınız. Asıl soru önce çaylarımı koyacaksınız yoksa böreklerimi?
Züleyha
hanım “börek mi çay mı” arasında gidip gelirken dedikoduya kendi fazlaca
kaptırıp birbirinin sesini bastırmaya çalışanlardan
bunalan bir-iki kişi -muhtemelen
misafirlerin en genç ya da
yeni evli olanları- mutfağa gelirler.
-
Yardım edelim Züleyha abla. Ben ne yapıvereyim?
-
Sağol Canım
sen otur yorulma, yapıyorum
işte.
-
Ne yorulması Züleyha abla, ver ben
kısırları koyuvereyim.
-
Bende bardakları mı hazırlayayım
Züleyha abla?
-
Zahmet olacak size kızlar, bak
bardakları oraya çıkarmıştım
Jale’ciğim bi sıcak sudan geçiriver sen istersen. Itır’cığım sende kısırları şu
masanın
kenarına
koyduğum kâselere paylaştırıverir misin canım?
Kısırlar
kâselere konulup kenarlarına küçük marullar ve salatalık dilimleri yerleştirilir. Çay bardakları sıcak su ile çalkalanıp ısıtılır ki
çaylar soğuk olmasın. Züleyha hanım fırındaki börek tepsisini çıkarıp defalarca
ellerini yıkamış olduğunu belirtip tabaklara yerleştirir. Jale hanım çayları koyarken Itır hanım da eline aldığı peçeteleri misafirlere dağıtmak için
salona geçer.
Elinde peçetelerle geleni görünce salondaki hanımlarda bir kıpırdanma olur.
Herkes yeme-içme faslı için en rahat pozisyonunu alır. Bazıları –varsa- masaya
geçer. Peçeteleri dağıtan hanım ev hanımlarının en büyük yardımcısı zigon sehpaları misafirlerin tabaklarını koymaları için
aralara yerleştirir ve yardım içi
mutfağa döner.
Üzerine
kolalanıp ütülenmiş dantel örtü
serilmiş tepsilerde çay bardakları çayla
doldurulmuş servise hazır beklemektedir. Züleyha hanım tepsiyi alıp salona geçer.
-
Ay vallahi ne iyi oldu böyle toplandık,
buyurun Çile hanımcığım. Şeker alıyor
muydunuz?
-
Teşekkür ederim Züleyha hanım zahmet oldu
size, ben şekeri bıraktım canım. Artık kullanmıyorum.
-
Ay ne güzel, inşallah bende bırakacağım! Buyurun İsmet hanım, Kerime hanım buyurun. Şeker alır mısınız?
-
…
-
…
Züleyha
hanım tüm misafirlerine aynı şekilde ikramını yapar, tepsi boşaldığında arkasında ki Jale hanım kalan çayları dağıtır. Züleyha hanım ile birlikte Itır ve Jale hanımlar
defalarca salon ile mutfak arasında gidip gelerek servis tabaklarını “afiyet
olsun!” nidaları eşliğinde misafirlere sunarlar. Servis tabaklarının arkasından
tepsilere konulmuş kısır kaseleri de hanımlar yesin diye önlerindeki sehpalara
bırakılır. “Böreğin çok güzel olmuş
Züleyha abla.”, “Valla senin sarmaların gibisi yok, yaprağını nerden aldın?” gibi iltifatlar arasında Züleyha hanım buzdolabındaki
salata kâselerini de getirip masanın üzerine yerleştirir. İnce ince kıydığı tuzla ovduktan sonra sarımsaklı yoğurt ile karıştırdığı mor lahana salatasını eline alıp misafirlerine dolaştırır. Bu arada çayları bitenlerin çaylarını tazeledikten sonra
bu kez de salamlı, turşulu, mısırlı makarna salatasını ikram
eder. Çayı bitenlerin çayları otomatiğe bağlanmışçasına sürekli tazelenir. Arada bir birisi “Züleyha
hanım sende alsana çayını, Allah aşkına şöyle karşılıklı oturup içelim!” der. Ev sahibiz ise
her seferinde “aman alırım birazdan siz rahatınıza bakın, buyurun!” der.
Züleyha
hanım “Düriye hanımcığım mor salatadan biraz daha vereyim siz
seversiniz salatayı…
Hayriye’ciğim börek yedin mi sen, getireyim mi? Börek çok var valla
ister misiniz?... İsmet hanımcığım hadi tabağın olduğu gibi duruyor. İstediğiniz bir şey varsa hemen
getireyim… Ay! Hadi Allah aşkına buyurun, tok mu geldiniz yoksa. Hadi
buyurun biz yabancı mıyız ayol, ne o öyle misafir gibi!” sözleriyle
misafirlerinin tabaklarındaki ikramlıklarını yemelerini teşvik eder. Yiyecekler hazırlanmış, tabaklara konulmuş ve
ikram edilmiş. Gelen de yer değil mi?
Ama illa ısrar
edilir, “Allah
aşkına, Ölümü gör, kız ben sizin için yaptım, ay biz
her zaman yiyoruz hadi buyurun” diyerek duygu sömürüsü yapılır ki zaten gelenler tıka basa yemek için gelmişler
ve belki de sabah kahvaltısı bile yapmamışlardır, sırf iştahları kesilmesin diye. Züleyha hanım salata
tabaklarını ikişer defa dolaştırdıktan sonra boşalan kâselerle
birlikte mutfağa döner. Boşalan çaydanlıklarda yeniden çay demler. Salona dönerken bu
kez elinde buzdolabından çıkardığı serin serin tatlılar vardır. “Yeter Züleyha hanım valla çok yedik!”, “Zahmet
etmeseydin canım, tatlıya ne gerek vardı.” ya da “Çok yormuşsun kendini canım biz her zaman geliyoruz, ne gerek vardı bu kadar zahmete!” sözlerinin arasında
Züleyha hanım tekrar mutfağa döner, bu kez elinde tatlılar için temiz
tabaklar ve çatallar vardır. Masanın bir köşesinde
hemen tabaklara tatlıları koyarak misafirlerine servis eder. Bu arada
sabırsız bir-iki kişi daha o kayarken elinden alır veya kendisi beğendiği parçayı tabağına kendisi koyar. En kremalı yerini, en meyveli yerini,
fındığı en iri olanı, hatta en makbul olan tepsinin tam
ortasındakidir
çünkü “ortadan alalım, zengin olalım” denir.
Böreklerin
sıcacık, poğaçaların puf puf, salataların bol malzemeli, sarmaların serçe parmağı inceliğinde olanlarının makbul olması kadar tatlılarında en
az iki çeşit ve birinin kremalı diğerinin mutlaka şerbetli
olması
tercih edilir. İrmik tatlısı, bisküvili pasta, padişah lokumu, üçgen mozaik pasta, ağlayan
pasta, şerbetli kurabiye, haşhaşlı
revani… Altın günlerinde bu tatlılardan birinden biri mutlaka olur, birde şerbetli bir çeşit mutlaka. Gelin teli, cevizli kadayıf, kalbura bastı,
lokma, kadayıf dolması…
Züleyha
hanım geçen altın gününden sonra kızına söz verdiği
için bu
kez onun isteği üzerine
gelin teli tatlısı yapmış, yanına da
muzlu üçgen
mozaik pasta yapmıştır. Tatlılar
servis edilip, son çaylar içilirken bir sonraki “altın gününün” kimde olacağını belirlemek için kura çekilir. Derken bir anda bir hareketlenme başlar. Tabağındakileri silip süpüren bir sonraki “altın sırasının”
kendisinde olduğunu öğrenen
Hayriye hanım ve
onunla birlikte gelenler ayaklanır. “Bana da bekliyorum, böylece çıkıp geliverin.” Diyerek herkese
topluca “Allaha ısmarladık!” diyerek ayrılırlar. Onlar daha kapıdan uzaklaşmadan diğer bir grup
kalkmak için hazırlanır. Derken diğerleri, ikişer üçer
dakika arayla misafirler Züleyha hanımın evinden ayrılırlar. Misafirler gitmeden bir
kaçı tabak ve bardaklarını mutfağa götürürler. Kimisi
tabağını tamamen boşaltıp lavabonun içine koyar ki ev sahibine azda olsa yardımcı olmak için.
Kapı önü
vedalaşması da tıpkı
“hoş geldiniz!” seremonisinde olduğu
gibi herkese aynı cümlelerle veda ederek biter. “Canım ne
iyi ettiniz de geldiniz.”, “Ayaklarınıza sağlık.”, “Yine gelin, arayı açmayın böyle.”
“Evdekilere çok selam, bir daha ki gelişinde
kızını da getir.”…
Herkes gittikten sonra Züleyha hanım koşarcasına salonu toplar, bulaşıkları makineye kaldırır, artan yiyecekleri uygun kaplara aktarır koyar, sehpaların üzerinde kalan kırıntıları siler, camları açıp havalandırır. Tekrar mutfağa döner. Çaydanlıkları kontrol eder. Eğer çay kalmışsa ısıtır, kalmışsa hemen yeniden demler. Biraz sonra ev halkı yavaş yavaş toplanır. Üzerini çıkaran mutfağa dalar. Çünkü, misafirlerden geriye kalan yiyeceklere gömülme zamanıdır. Züleyha hanımda bütün gün yorulduktan sonra ailesi ile keyif içinde bir “Altın Gününü” daha atlatmış olmanın huzuru ve mutluluğu ile kendisiyle gurur duyarak çayını yudumlar…
Sevgiyle ve sağlıklı kalın 😍😍😍
Yorumlar
Yorum Gönder