Yıllar önce okuduğum bir masal vardı. Uzak diyarlardan birinde mutlu bir kral ile kraliçe yaşarlarmış. Masal
bu ya, bu ülkede yok yokmuş. İnsanları varlıklı, toprakları zenginmiş. Masal bu ya, herkesin mutlu olduğu bu ülkenin
kral ve kraliçesini üzen bir şey varmış. Çocukları olmuyormuş. Kraliçe
her gün ve gece dua eder, bir çocukları olsun istermiş.
Günlerden
bir gün yine üzgün bir şekilde uykuya dalan kraliçe rüyasında bir peri görmüş. Peri, kraliçeye üzüntülerinin kısa zaman sona ereceğini bir çocuklarının olacağını müjdelemiş.
Yalnız demiş kraliçeye. Bebeğin elinde tuttuğu
makarayı sakın vaktinden önce çözmeyin. Kraliçe ter içinde
uyanıp rüyasını krala anlatmış.
Günlerden
bir gün sarayın bahçesinde bir telaş yaşanmış. Askerler
sağa sola koşturuyormuş. Adamlardan biri kralın huzuruna çıkarak, sarayın
bahçesinde bir sepetin içinde bir kız çocuğunun
bulunduğunu haber vermişler. Kral
ve kraliçe heyecanla bahçeye bebeğin yanına koşmuşlar. Pembe yanaklı nur topu gibi bir kızmış. Kral ve kraliçenin kanı hemen ısınmış. Bebeğin ailesini bulmak için ülkenin her yerine haberciler
göndermişler ama hiç kimse bebeğin ailesi olduğunu söylememiş.
Kraliçe
gördüğü rüyayı hatırlamış. Rüyasında gördüğü perinin söylediği bebek bu olsa gerek diye düşünmüş. Kralda sonunda ikna olmuş.
Bebeği kendi kızları olarak kabullenmişler. Günler geçtikçe kraliçeyi bir merak sarmış. Bebeği bulduklarında kundağının içinde altın iplik sarılı bir makara
varmış. Krala bu merakını söylemiş,
birlikte ipliğin ucunu biraz çekmişler. Bebek bir anda birkaç ay daha büyümüş. Konuşmaya, oturmaya başlamış. Aradan geçen birkaç günün sonunda kral ve kraliçe ipliği biraz daha çekmişler, bebek koşup
oynayacak yaşa gelmiş. Sarayın her
yerinde koşup oynuyor, türlü
sevimlilikler yaparak herkesi kendine hayran bırakıyormuş. Saraydaki herkesin sevgilisi olmuş. Meraklarına yenik düşen
kral ve kraliçe
birbirlerinden gizli ipliği çekiyor,
küçük
kızın çeşitli yaş dönemlerini hızlı hızlı yaşıyorlarmış.
Küçük kız
artık dünyalar güzeli bir genç kız olmuş. Komşu ülkelerin prensleri genç prensesle evlenmek için krala
haber gönderiyorlarmış. Kral ile kraliçe kızlarının kiminle evleneceğini, kaç çocuğunun olacağını merak
ettikleri için
ipliği sürekli çekmeye başlamışlar. Kızları büyüdükçe kendilerinin ve sarayda yaşayan diğer insanlarında yaşlandıklarının farkına varmamışlar. Günlerden bir gün makarada ki ipliğin sonu gelmiş. O zaman
yaptıkları hatanın farkına varmışlar
ama artık çok geçmiş. Dünyalar güzeli kızları hayatını kaybetmiş. Kızının üzüntüsüne dayanamayan kral, arkasından da kraliçe
hayatını kaybetmiş.
Biliyorum,
sonu kötü biten bir masal bu. Bazen hayatımızın da tıpkı bu masal gibi olduğunu düşünüyorum.
Daha birkaç gün önce yeni yılı karşılamışız gibi sanki… Evimizin önündeki kavak ağacının yapraklanmasını bekliyorduk daha… Ne zaman geçti bahar, yaz? Ne zaman sonbaharı
yaşadık ta kışın ayak sesleri kulaklarımızda çınlamaya
başladı? Yılın
ilk ayını ne zaman yaşadık da biz,
on birinci aya gelmişiz, durun yahu!
Görmediğimiz, bilmediğimiz
birileri hayat ipimizi mi çekiyor bizden habersiz? Her şeyi
bu kadar hızlı yaşamak
istemedik ki biz. Ocak ayının o uzun kış gecelerini
doyasıya yaşamak istiyorduk oysa. Tıpkı çocukluğumuzda ki, anneannemin anlattığı masalı dinlerken uyuya kaldığımız o
uzun kış
geceleri gibi. Karnelerimizi çantamızla birlikte eve atıp, sokakta arkadaşlarımızla kartopu oynamaya doyamadığımız, cüce Şubatın telaşlı soğuklarını… O buz gibi Mart soğuğuna rağmen pembe, mor, kırmızı Mart menekşelerinin karların altından
kafasını uzatmasını
seyretmeye doyamadık ki
biz. Rüzgârda düşen yapraklar sokakları renklere boyamış bile. Daha Nisan yağmurları bile yağmadı oysa.
Yıl 365
gün ama bir sorsan hatıralarımda kalan on günü sayamam ki bu seneden. Ne zaman
yaşandı bu
kadar gün, hafta,
ay... Ne zaman geldi yine senenin sonu. Kiminle sohbet etsek iki lafın biri “hiçbir
şey anlamadım bu yıldan”
oluyor. Dünyanın ayarlarıyla mı oynadık nedir? Her şey çok çabuk olup bitiyor, zaman gerçekten de su gibi akıp gidiyor.
Durun yahu,
durun… Çekin elinizi hayat ipimizden…
Doya doya yaşayalım hayatı. Tadına varalım elimizdekilerin, iş işten geçmeden…