Sonsuz Karanlık...


“Ölüm…” diye düşündü, sessiz bir şey olmalı… Acaba insan öldükten sonra, toprağın altında ses duyar mı? Ya böcekler? Elinin üzerinde böcek geziniyormuş gibi bir hisse kapıldı, huzursuzca kıpırdandı… Sırtı, uzun süre yatmaktan karıncalanmaya başlamıştı. Bir koluna yaslanarak doğruldu. Tam sırtının ortasında tatsız bir ağrı sinsice geziniyordu. Sanki taşa yatmış gibiyim…” Eliyle sırtını ovalarken, aklında hâölüme ait düşünceler vardı. Sırtını ovalamaya devam etti. Ovaladıkça ağrı sanki daha da artıyor, fakat bu ağrı sadistçe bir hisle hoşuna gidiyordu. Garipti ama sırtının ağrımasından zevk alıyordu.

Duvardaki saatin çıkarttığı sesler aklına farklı varsayımları getiriyordu. “Yaşam dedikleri nedir? Ölümün varlığından haberdarken, korkuyu içinden uzaklaştırmaya çalışarak nefes almak mı; yoksa bilinçsizce dolu-dizgin koşup ta bir yerlerde nefes nefese durmak mı? Anlamıyorum… Anlayamıyorum… Neden insanlar sonuçsuz bir şey için durmadan koştururlar; okurlar, evlenirler, çocuklarını okutup-büyütürler ve günün birinde –her şey boşuna- derler. Eğer her şey boşuna ise neden koşturuyorsunuz, neden yoruluyorsunuz? Neden başkalarını da sizinle beraber yorulmaya zorluyorsunuz. Neden kendinize bağladıktan sonra yapayalnız bırakıp da gidiyorsunuz? Neden..? Neden..?
Derin bir nefes aldı. Ciğerlerini, patlatacak kadar hava ile doldurdu ve adeta yaşadığını hissetmek istercesine yavaş yavaş koyuverdi boşluğa. Gözleri yorgunluktan ve uykusuzluktan yanıyordu ama uyumak istemiyordu. Kalktı, yastıklarını düzeltti. Aslında ne yaptığının farkında bile değildi. Sadece kafasında boğuşan düşüncelerine inat bir şeylerle meşgul olmak istiyordu. Bir ayağını yataktan aşağıya sarkıtarak sırtını düzelttiği yastıklara yasladı.
Dın… Dın... Dın… Bu ses tam on iki kez yankılandı. Ne kadar kendini zorlasa da beyni alışkın olduğu bu sesi otomatikman saymıştı. “Gece yarısı, gecenin yarısı! Gün mü başlayan gecenin bitiminde yoksa… Yoksa gecemi başlıyor yeniden…”  Boşver dedi kendi kendine. Nasıl olsa her zaman karanlık, önemi var mı saatlerin. Karanlıkta el yordamıyla komodinin üzerindeki sigara paketini buldu, içinden bir tane çıkarıp yaktı. Topu topu üç adet sigara kalmıştı pakette. “Keşke gelirken bir paket daha alsaydım!” sigara paketinin yanında duran tablaya uzandı, karnının üzerine yerleştirdi. “Onun hediyesi…” Yeni tanışmıştık… Benim kendisini unutmamam için aldığını söylerdi her zaman… Hep neşeliydi, her zaman gülecek bir şeyler bulurdu…” Düşüncelerine öylesine dalmıştı ki sigarasını tablada unuttu. “O gün nasıl mutluydu, ne kadar neşeliydi. Gözleri yeşilin en güzeliydi. O varken her şey ama her şey çok güzel, çok özeldi.”
Yalnızlığını hiç bu kadar derinden hissetmemişti. O kötü hatıranın üzerinden üç yıl geçmişti. Koskoca üç yıl… Su gibi akıp geçen üç yıl… Daha dün gibi hatırlanan üç yıl… Hâlâ alışamamıştı bu yalnızlığa. Zaman sanki o’nu kaybettiği anda durmuştu. Yürek yakan acı aynı yerde hala sızlıyordu. Onun öldüğünü öğrenmek, kendi canının acısını, karanlığa gömülen hayatının acısını bastırıyordu.
El yordamıyla sönmek üzere olan sigarasından son bir nefes çekti. “Ne berbat bir tadı var şu lanet şeyin.” Midesinde hafif bir bulantı vardı. Kül tablasını alıp masaya koydu. İsteksizce yerinden kalktı, kapıya doğru giderken sandalyeye çarptı. “Kahretsin… Neden yakmam ki şu ışığı…!?” Kısa bir anlık şaşkınlıktan sonra acı acı güldü. Ne fark ederdi ki… Işığı yaksa da yakmasa da, bundan böyle hep karanlıktı hayatı        13.12.1998