Mevsim
kış… Aylardan Aralık… Bulutların,
güneş ışıklarının önüne
duvar olduğu karanlık günler. Yüzünüzdeki
damla izlerinin yağmurdan mı, yoksa ruhumuzdan sızan geçmiş günlerin
özleminden
mi olduğunu bilemediğimiz günler.
Neden insan
böyle karanlık, kasvetli günlerde en çok çocukluğunu
özler? Ailesinin
ilk oturduğu evi, tepesinden
inmediği badem/dut/incir ağaçlarını, koynunda
mırıl mırıl uyuttuğu ilk kedisini, hatırladığı ilk doğum gününü, ilk
arkadaş partisini…
Bazen ilkokul
arkadaşlarımı düşünüyorum. Nerede, nasıl, ne yapıyorlar diye… Hayattalar mı? Çoluk
çocuğa karıştılar mı? Torunları var mı? Ne iş yapıyorlar?
Kaç tanesi emekli oldu? Kaç tanesi hayatta?...
Birçoğunu ilkokuldan sonra hiç görmedim
bile. Farklı farklı okullara devam ettik. Yollarımız birbirinden ayrılmış oldu. Öyle ya… Hayat, bir insanın göreceği en kuvvetli rüzgâr. Herkesi ayrı ayrı yaşamlara
savuruyor. Kimisiyle bazı kavşaklarda karşılaşıyorsunuz, kimisi ise bir daha hiç yolunuza çıkmıyor.
Çoğu zaman hüzün sarsa da içimi, yine de seviyorum bu kasvetli
ıslak günleri. İnsanın “unuttum” zannettiği şeyleri saklandığı derinliklerden bulup çıkarıp koyuyor
önüne. “Unuttuğunu sanma, anıların hep
burada” diyor.
Hal böyle
olunca insanın diline sevdiği şarkılar
dolanıveriyor.
Tabii ki Soner Arıca’nın sesinden:
“Bir
güz sabahı, sıladan ayrı
Yollara
düştüm
telli duvaklı
Bir
tutam sevdalı umudum vardı
Özlemim
içime sığmaz taşardı
Oysa
hasretliğin sonu çok başkaymış
Duyduğum öyküler hep yalan yanlış
Gurbet
akşamları geçmiyor anne
Gurbetin
türküsü ağlıyor
anne
Gurbet
akşamları çok zor anne
Gurbetin
hüznü bitmiyor anne”
Gökyüzü
ne kadar karanlık, hava ne kadar kasvetli olsa da, yıllar yıllar öncesinde
(35-40-50?) anılar çıkıp gelse de tüm mevsimler gibi kış da güzel. Tadını
çıkararak yaşamak lazım.
Her zaman
sevgiyle ve sevdiklerimizle kalmak dileğiyle