Sen gittin, ben sustum.



Uykusuz geçen bir gecenin sonrasında gün doğumunu seyretmek gibiydi gelişini izlemek. Ağır, telaşsız adımlarla, usulca gelip yanı bıma oturman… Güneşin ışıklarının ağır ağır dağların tepesinde yükselmesi gibi… Üzerinde kim bilir kimlerin, hangi zamanlarda arkalarında bırakıp gittiği görünmeyen hatıraların üzerine usulca oturuşun. Baharın tüm uyuşukluğuyla sarıp sarmaladığı bedenlerimiz, aynı tahta bankın üzerinde yan yana ama bir o kadar birbirine uzak duruşu… Birbirine bakmadan, ama varlığını hissederek geçen dakikalar boyunca sessizce kendi içimize dönük geçen zaman… Ansızın bir rüzgârın esmesi gibi dudaklarından dökülüveren ıslık sesi alıp götürüyor ruhumu, bedenimden çok yukarılarda bir yere.

Oradan, yukarıdan bakıyorum ikimize. Taş kesilmiş bedenimin içinde senin göremediğin bir kuş kanat çırpmaya başlıyor. Ve binlerce kelebek aynı anda uçmaya başlıyor yüreğimde. Kalbimden ılık ılık bir derenin aktığını hissediyorum… Birdenbire, ansızın kopan bir fırtınaya tutulmuş gibi sarsılırken yüreğim, bedenim sanki taş kesmişçesine kıpırtısız. Gözlerim elimde tuttuğum kitabın sayfalarında geziyor. Aklım ise karışmış. İçimde binlerce kelime çıldırmışçasına dönüp duruyor aklımın köşelerinde.
Ağaçların arasından davetsizce çıkıp gelen bir esinti saçlarını dalgalandırıyor. Galiba bir süre kirpiklerinde de oynaştı, cesaretimi toplayıp da bakamadım. Biraz hayat bulsaydı ellerim, uzanıp düzeltirdim saçlarını. Belki kirpiklerinin ucuna konan tozları da silerdim usulca. Taş kesilmiş bedenim, yüreğimin çırpınışlarına ayak uydurabilseydi eğer ıslığına eşlik ederdim. Dilimin ucuna gelip gelip geri kaçan kelimelerimi dökerdim ortalığa. İçimdeki ben, dışımdaki bana söz geçirebilseydi eğer çok şey söylerdim inan… Yavaş yavaş azaldı kulaklarımda ıslığın, gitgide küçüldü bedenin yanımdan uzaklaşırken. Çok şey vardı söylemek istediğim. Sen gittin, ben sustum.











It was like watching the sunrise after a sleepless night watching the progress. Sitting softly in unsteady steps, softly standing beside you... As the rays of the sun rises on the heavily loaded mountains... Sitting quietly on the memories of who knows who and what time they leave behind. Our bodies, wrapped up by all the numbness of spring, stand side by side on the same wooden bench, but so far away from each other... It is time to look silently inside myself for minutes without looking at each other but feeling its existence... It takes away whistling whispering from your lips like a wind blowing suddenly, Far above my body one at a time.
From there, I look up from above. Inside my stone-cut body, a bird that you can not see starts to wing. And thousands of butterflies fly at the same time in my heart. I feel the warmth of a lukewarm body of my heart... Suddenly, as suddenly a broken storm hits me, my heart, my body, is as if it were stoned. My eyes are on the pages of my book that I have kept. My mind is mixed. Thousands of words in my mind are freaking out in the corner of my mind.





A breeze coming out of the trees uninvitedly waved his hair. I think I have been playing in my lashes for a while, I have not got the courage to look at it. If I had found a little life, I reached out and straightened my hair. Maybe I should have wiped the dust off the end of your lashes. My stone-cut body could catch up with the beating of my heart if I would have accompanied it. I have come to the end of my tongue and I have come back to my words. I could say a lot, if I could talk to me outside, if I could, I would say a lot... My ears are slowly diminishing in my ears, getting smaller and smaller as the body moves away from me. I had a lot to say. You go, I silence.